Tatil" kelimesi Türk halkı üstünde adeta bir "şartlı refleks" etkisi yapıyor. Bu kelimeyi duyanların aklına önce yaz ayları, ardından güneş, kumsal geliyor. Bütün program buna göre yapılıyor. Seçilen tatil mekânına gidiliyor, gölgelikte veya güneş altında akşama kadar yatılıyor. Arada bir denize giriliyor. Tüm sağlık kaygıları bu süre içinde bir kenara bırakılıp bol bol yenilip, içiliyor. Sonra eve dönülüp, bir sonraki tatile kadar, bir önceki tatil anlatılıyor, "ne kadar güzel dinlenildiği" vurgulanıyor.
Önce şunu sormak lazım: Çalışırken bedenimiz mi, yoksa beynimiz mi yoruluyor?.. Sanırım hemen hemen hepinizin yanıtı, "beynimiz" olacak. Peki "beyniniz" güneş altında yatarak dinlenir mi?.. Tabii ki hayır. Ben yorulan beynimi, onu şaşırtarak dinlendiririm.
Bu yıl tatilimi yollarda geçirdim. İstanbul-Amasya arası, yolculuğumun ilk etabıydı. Yol boyu öylesine çok şaşırtıcı manzara ile karşılaştım ki, 700 kilometrenin nasıl geçtiğini anlamadım. "Şehzadeler Kenti" Amasya'nın kalesini, kral mezarlarını, tarihi konaklarını, medrese ve camilerini gezerken bugünden uzaklaştım. Geçmişin izini sürmenin keyfinin yaşadım.
İkinci etabımda Karadeniz vardı. Arabamla, Samsun'dan başlayarak kıyı kıyı Sarp kapısına kadar uzun ve zorlu bir yolculuk yaptım. Geçtiğim kentlerin antik zamandaki isimlerini öğrendim, o dönem yaşamları hakkında bilgi edindim. Savaşçı kadınlar Amazonların Samsunlu olduğunu, On Binler Ordusu'nun Ordu'dan denize açıldığını, kirazın tüm dünyaya Giresun'dan yayıldığını ve daha bir çok bilgiyi bu gezi sırasında edindim. Yani yaptığım kilometrelerle birlikte, beyin kıvrımlarında biriken bilgi sayısı da arttı.
Karadeniz'le ilgili öğrendiklerim, sadece geçmişle sınırlı kalmadı. Çıktığım yaylalarda fındık, çay üreticilerinin sorunları da bilgi dağarcığımın bir köşesine yerleşti. Yaylaları gezince, böylesine büyülü güzelliği daha önce neden görmediğime hayıflandım. Fındık ormanlarına, zirvelerden set set inen çay bahçelerine bakınca, yeşilin ne kadar çok tonu olduğunu fark edip, şaşırdım. Yöre lezzetlerinin tadına baktım. İnsanlarının konukseverliğine hayran kaldım. Strabon'un bahsettiği acı balın öyküsünü ve hala önemli bir besin kaynağı olduğunu, o yaylalardaki insanlardan öğrendim. Karadeniz'den sonra Hopa'dan sapıp, deli deli akan Çoruh Nehri'yle yarışarak, yokuşlar ve ormanlar kenti Artvin'e vardım. Civardaki ormanlarda her gün yeni bir bitki türünün bulunduğu, Kafkas Arıları'nın ballarının neden bol ve lezzetli olduğu konularında bilgi sahibi oldum. Dağların yüceliğine hayran oldum.
Kıvrıla kıvrıla giden yollardan zirvelere ine çıka Erzurum'a vardım. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir" adlı kitabından "Erzurum" bölümünü, kenti seyrederek okudum. Sonra Ağrı üstünden Doğu Beyazıt'a geçtim. İshak Paşa Sarayı'nın güzelliği, Ağrı Dağı'nın görkemi karşısında kendimden geçtim. Van Gölü'nün mavi sularında karlı zirvelerini seyreden Süphan Dağı'nın heybetine hayran kaldım. Nemrut Dağı'nın zirvesine çıkıp, turkuvaz renkli krater gölünü kuşbakışı seyrettim. İpek yolu üstündeki kervansaraylarda dura kalka Malatya, Kayseri, Konya, Göreme, Afyon üstünden İstanbul'a döndüm.
10 gün süren yolculuğumda, tam 4658 kilometre yol yaptım. Ne kadar keyifli bir tatil yaptığımı anlatamam. Bu tatil sırasında rotamın üstünde, bir sürü yabancı gezgine rastladım. Doğayı, tarihi hayran hayran izlediklerini görünce çok keyiflendim. Ama bu güzellikleri görmek için yola çıkmış Türk gezginlere pek rastlamadım.
Size de bir tatilinizi, benim gibi yollarda geçirmenizi hararetle öneririm. O zaman başta da belirttiğim gibi beyninizin ve yaşam akünüzün taze enerji ile nasıl dolduğunu göreceksiniz. Vücudunuzun yorulmasına aldırış etmeyin. Bir gecelik derin bir uykuyla, yorulan kaslarınızı dinlendirebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder