Saat gece yansına yaklaşıyordu ve Harry yüzükoyun yatağında yatıyordu. Battaniyeleri çadır gibi başının
üstüne çekmişti, bir elinde fener vardı ve deri ciltli büyük bir kitabı (Bathilda
Bagshot'un yazdığı Sihir Tarihi'ni) yastığa dayamıştı.
Harry, kartal tüyünden kaleminin ucunu sayfadan aşağı doğru indirirken, bir yandan da kaşlarını çattı. "On
Dördüncü Yüzyılda Cadüann'ın Yakılması Tamamen Anlamsızdı" konulu kompozisyonu yazmada ona
yardımcı olabilecek bir şey arıyordu.
Tüy kalem, işe yarar görünen bir paragrafın tepesinde durakladı. Harry yuvarlak gözlüğünü
burnundan yukarı iterek, fenerini kitaba daha da yaklaştırdı ve okudu…
Tam olarak dünyama giren tek roman Harry Potter serisi oldu. Kitabı okurken olayların bir kurgu olduğunu
düşünemeyecek derecede içine girmiştim o dünyanın, hatta algım dışarıdan gelen birçok uyarıcıya
kapanmıştı. ( annenin yemeğe çağırması, kar yağarken kartopu oynamaya davet eden arkadaşlar vb. )
Bugün geldiğim noktada hikayelerin hiçbir zaman hayatımızdan çıkmadığını görüyorum.
Hikayeler o kadar güçlü araçlardır ki onu okuyan, dinleyen ya da izleyen kişiyi adeta hipnoz eder ve satın
alma kararlarımızı ciddi şekilde etkiler.
Yapılan araştırmalar, hikayeyi dinleyen kişinin düşünme yetisini kaybettiğini, sorgulayamadığını ve
anlatılanı çoğu zaman doğru olarak kabul ettiğini ortaya koyuyor.
Kendimden bir örnek vereyim:
Yaşadığım bölgede, lezzetine doyum olmayan, Konya'nın etli ekmeğini yapan bir yer var, hani 1,5 metre
uzunluğunda servis edilen, mis gibi kokusunu 10 metre uzaktan aldığınız, yerken ağzınızda dağılan o ince
çıtır hamuruyla tok bir insanı bile acıktırabilecek leziz pideden bahsediyorum. (canın etli ekmek çekti değil
mi, hikayeleştirme güçlü bir araçtır derken bunu demek istemiştim)
Bu mütevazi pideciye ne zaman gitsem gözüm duvarda asılı olan, herkesin görebileceği şekilde büyük
puntolarla yazılmış, etli ekmeğin hikayesini anlatan yazıya takılır. Duvara işlenmiş olan küçük hikayede etli
ekmeğin tarihi o kadar sıcak bir şekilde anlatılmıştır ki bir anda o dünyanın içinde bulursunuz kendinizi.
O hikayeyi okuduğumda pidenin kokusu burnuma gelir, bundan yıllar yıllar önce Konya'nın ak sakallı
dedelerinin sıcak pide fırınının önünde özenle hazırlayıp fırına sürdükleri pideler aklıma gelir, harcanan
emeği düşünürüm. Kafamda ak sakallı dedenin yanında hünerini öğrettiği çırağı canlanır ve hikayenin geri
kalanını da ben yazarım.
Bu yüzdendir ki ''etli ekmek'' lafını ne zaman duysam aklıma ilk olarak o mütevazi lokanta düşer.
Lezzeti de şahanedir ama ondan öte, hikayesi vardır.
Markaların, politikacıların ve ikna ustalarının da en büyük sırrı öyküleştirmektir.
Nihayetinde, öykü satar…
Politikacılar, küçükken yaşadıkları zorluklardan bahsederek, anılarını anlatarak, halkların bilinçaltına ''ben
de sizdenim, sizi anlıyorum'' mesajı gönderir.
Markalar ise kullanıcılarla duygusal bağ kurmak için hikayeleştirmenin eşsiz gücünü kullanır.
Belki bunun son örneğini benden iyi biliyorsundur. Facebook'un 10. yılı şerefine her kullanıcıya özel video
hazırlaması bu yüzdendir. Anılarını canlandırmak, bugüne kadar Facebook'ta paylaştıklarını görerek seni
mazide kısa bir yolculuğa çıkarmak ve Facebook ile arandaki ilişkiyi güçlendirmek için kurgulanmış bir
senaryodur bu uygulama.
Duygular çok kuvvetlidir. Sahicidir. Öyküleştirerek duygulara hitap etmek ise bilinen en etkili ikna
taktiklerinden biridir.
Markanızın bir hikayesi yoksa aslında bir markanız yok demektir.
O yüzden markanızın, ürününüzün hikayesini anlatmaktan çekinmeyin. Başarılarınızdan daha çok
başarısızlıklarınızdan, çıkardığınız derslerden bahsedin. Ürünleriniz için hikayeler yaratın. Dijital mecrada
kişisel markanızı yaratmak istiyorsanız önceliğiniz hikayenizi anlatmak olmalı.
Freud'un dediği gibi: İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutur, ama onlara neler hissettirdiğinizi
asla unutmaz...
İşte iknanın, karşınızdaki ''evet'' dedirmenin formülü budur. Duygusal bağ kuran hikayeler yaratmak.
Hava soğuk olsa bile sizi üşütmeyecek bir pazar diliyorum.