30 Nisan 2016 Cumartesi

BİYOLOJİK YAŞINIZI HESAPLAYIN

Yaşlanma kelimesi çoğu insan için ürkütücüdür. Vücut ve cilt yaşlanma hızı bazen kişinin yaşından çok daha ileride olabilir. Yani kişi bulunduğu yaştan daha yaşlı görünebilir. Bununla birlikte, ileri yaşına rağmen yaşının çok çok altında genç bir görünüme sahip kadınların sayısı da az değildir. Yani yaşlanma hızınız çok önemlidir. Elinizden geldiği kadar bu hızı düşürmeniz gerekir.
Yaşlanma hızınızı kolayca test edebilirsiniz. İşte yaşlanma hızınızı ölçebileceğiniz bir test…
Bir kağıt alıp soruların cevaplarına göre puanlama yapın.
Asla-0,
Ender-1,
Seyrek-2,
Sık-3,
Alışkanlık-4.
Günde 5-8 bardak su / meyve suyu / bitki çayı içiyor musunuz?
Gece 22.30'dan önce uykuya geçip verimli uyuyor musunuz?
Günlük egzersiz yapıyor musunuz? (Dans, koşma, yürüme)
Sınırsız yemek yeme alışkanlığınızı önleyebildiniz mi?
 
 
 
 
 

 

Yeni Reklam Tasarımım

 
 

 
 







WhatsApp'ın uçtan uca şifrelemesi nedir?

En popüler SMS alternatiflerinden biri olan WhatsApp, kısa bir süre önce hizmetini uçtan-uca şifreleme özelliğiyle donattığını duyurmuştu. Duyurunun Apple ve FBI arasındaki güvenlik ve gizlilik konusundaki tartışmalarla aynı döneme denk gelmiş olması, dikkat çeken bir detaydı. Peki WhatsApp'ın mesajları şifrelemesi sizin için ne anlama geliyor?

Uçtan uca şifreleme nedir?

SMS olarak da bildiğimiz kısa mesaj hizmeti, mesajlarınızın tamamen şifresiz olarak gönderildiği bir hizmet. SMS ile gönderdiğiniz mesajlarda yazdıklarınız, olduğu gibi mobil hizmet sağlayıcınıza gönderilir. Sağlayıcınızın sunucularından geçen mesaj, buradan alıcının telefonuna gönderilir. Tüm bu iletişim sırasında gönderdiğiniz mesaj, düz metin olarak gönderilir, yani herkes tarafından okunabilir.

Bazı uygulamalar ise güvenliği bir miktar artırıyor. Örneğin Facebook'un mesajlaşma uygulaması, mesajlarınızı kendi sunucularına ulaşana dek şifreliyor. Ancak şifreleme anahtarları Facebook'un elinde olduğundan Facebook, dilediğinde mesajlarınızı okuyabiliyor. Bu örnekte Facebook'un hack'lenmesi veya devlet tarafından şifreleme anahtarlarını vermeye zorlanması, mesajlarınızın ortaya çıkması anlamına gelebiliyor.

WhatsApp'ın kullandığı uçtan uca şifrelemede ise şifreleme anahtarı, yalnızca mesajı gönderen kişide ve alıcıda bulunuyor. Mesaj, sunucuda değil telefonda çözüldüğünden WhatsApp ve diğerlerinin mesajı çözmeleri mümkün olmuyor. Bu, WhatsApp'ın sunucularındaki bilgiler ele geçse bile mesajlarınızın güvende olduğu anlamına geliyor.
WhatsApp, mesajlaşma için en yüksek güvenlik yöntemlerinden birini kullanıyor ancak bazı ülkeler, şifreleme konusunda oldukça hassaslar ve şifrelemeyi yasaklıyorlar. Fransa ve İngiltere'nin bu konuda endişe içeren açıklamaları bulunuyor.

WhatsApp'ın şifreleme işlevi yeni olduğundan onu engellemek veya mahkemeye taşımak isteyen ülkelerin olup olmayacağı şimdilik belli değil. Ancak ABD'nin bir noktada WhatsApp'ta arka kapı açılmasını isteyeceğini tahmin edebiliyoruz (bu isteği çoktan yapmış da olabilirler). WhatsApp'ın bu tür bir talebe nasıl karşılık vereceği ise bilinmiyor, ancak WhatsApp'ın sahibi olan Facebook'un CEO'su Mark Zuckerberg, şifreleme konusunda Apple'ı desteklediğini söylemişti. Firma aynı duruşu WhatsApp'ta da sürdürebilir.

Sizin için ne anlama geliyor?

WhatsApp'ın yeni şifreleme işleviyle bir duruş sergilediği kesin; peki ama bu sizin için ne anlama geliyor? Cevap basit: Çoğunlukla hiçbir anlama gelmiyor. Şifreleme arka planda gerçekleştiriliyor; siz WhatsApp'ı her zaman olduğu gibi kullanmaya devam ediyorsunuz.

Bununla birlikte mesaj gönderdiğiniz kişinin adına dokunup Şifreleme üzerine dokunarak bir QR kodu (ve uzun bir sayı) görüntüleyebiliyorsunuz. Bu kodu veya sayıyı arkadaşınızınkiyle karşılaştırarak şifrelemenin çalıştığından emin olabiliyorsunuz. Belki sürekli kullanacağınız bir işlev değil ancak yine de elinizin altında bulunması güzel. Bunun dışında WhatsApp deneyiminizde herhangi bir farklılık hissetmiyorsunuz.
 
 

21 Nisan 2016 Perşembe

GİRİŞİMLERİN KÜRESEL DEVLERİ ALT EDEBİLMELERİNİ NEYE BORÇLUYUZ?

Girişimci olmak için harika bir zamanda yaşıyoruz. Bunun sebebi, uzun yıllardır faaliyet gösteren ve dokunulmaz gibi görünen devler artık girişimlerin kazandığı rekabet gücüne karşı hassaslık gösteriyor.

Girişimlerin devlere karşı kazandığı başarılardan bazıları girişimciliğin motivasyon kaynağı haline geldi ve basın neredeyse her gün bu girişimler hakkında haberler yayınlıyor. Uber, Airbnb ve diğer paylaşım ekonomisi girişimleri, günümüz teknolojisinin avantajlarını kullanarak, neredeyse asırlık yaştaki firmaların dengesini bozuyor.

Uber'in tek başına 1694'ten beri hayatlarımızda olan kök salmış taksi kültürünü tehdit etmesi büyük bir değişimin habercisi. San Fransisko'nun en büyük taksi şirketi Yellow Cab Co-Op, Uber ile giriştiği rekabet sonucunda iflas başvurusunda bulundu.

Bazı girişimler ise teknolojinin en uç avantajlarına başvurmadan da devler ile başa çıkabiliyor. Buna örnek olarak tıraş bıçağı sektörü gösterilebilir. Gillette ve rakipleri yeniden kullanılabilir tıraş bıçakları satıyor ve gelirlerinin büyük bir bölümünü de bu bıçaklara yerleştirilecek olan kısa ömürlü jiletlerin satışından elde ediyordu. Bu stratejinin zamanının ötesinde olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Bu iş modeli neredeyse bir asır boyunca işe yaradı. Çok basit ve sürdürülebilirdi; alternatifsiz görünüyordu. Gillette ve Schick yanılmıştı. Sürekli büyüyen devler, etraflarında olup bitene karşı kayıtsızlaştılar. Hatta rekabet etmeyi bırakıp, birbirlerinin hatalarını tolere etmeye başladılar. Bunun beraberinde kötü müşteri ilişkilerini doğurması an meselesiydi; fiyatlandırma ve hizmet açısından tam olarak öyle bunu yaşadılar. Hesaba katmadıkları ise vazgeçilmez olmadıklarıydı. Tüm olumsuzluklara rağmen, hep olduğu gibi büyümeye devam edeceklerini, kimsenin köklü devler ile rekabete cesaret edemeyeceğini düşündüler. Sonuç ise Dollar Shave Club, Harry's Razor Company, 800Razors, Shave Mob ve Dorco gibi iddialı ve tutkulu yeni girişimlerin pazara katılması oldu.

Ne kadar büyüklerse o kadar sert düşerler

Tıraş bıçağı pazarına giren girişimlerin bazıları, internet teknolojilerini kullanarak Gillette ve Schick'i gafil avladılar. Bu girişimlerin iş modellerinin internet olmadan da çalışabileceğini de belirtmek gerekiyor çünkü onları başarıya ulaştıran asıl şey, dev markaların fiyatlandırma ve sunum konularında savunmasız olduklarını fark etmeleri oldu.

Tecrübeli gözler, günümüzde milyarlarca dolar gelir elde eden her köklü devin, yaratıcı ve tutkulu bir girişim tarafından alt edilebilecek zayıflıklarını görebilir. Öte yandan girişimler arasındaki rekabetin yıpratıcı olmaması şartları büyümek için daha elverişli kılıyor.

Ürününü kullanmak zorunda olmaktan yıldığınız firmaları düşünün. Sizi yıldıran süreçleri nasıl iyileştirebileceğinize dair aklınızda birçok fikir olsa gerek. Söz konusu firmalar tüm dünyada faaliyet gösteren köklü markalara bile sahip olabilir, bu sizi korkutmamalı. Jilet sektörünün beş yaratıcı girişimi, 114 yaşındaki deve karşı gösterdikleri cesaret sayesinde var oldular. Günün sonunda, ne kadar büyüklerse düşüşleri de o kadar sert oluyor.

Bunu paylaş:
 
 

B2B GİRİŞİMLER DOMİNO ETKİSİNDEN NASIL KAÇINABİLİR?

Tüm yumurtaları tek sepette taşımamak gerek. B2B girişimleri, yavaş ve daimi bir büyüme de sağlayabilir, hızlı ve ani (ve bir o kadar da riskli) bir büyüme de. B2B girişimlerinin müşteri tabanı oluştururken dikkat etmeleri gerekenleri bu yazıda derledik.

Kulağa o kadar uzun bir süreymiş gibi gelmese de üstünden 16 sene geçmiş bir örnekle başlayacak olursak, Regus adlı Amerikalı firma, nokta-kom balonu sırasında birçok girişime ofis alanı kiralıyordu. Yeni yüzyılın başlangıcında nokta-kom balonunun patlamasıyla Regus'un müşterileri neredeyse bir gecede yok oldu. Regus'un bu konuda yaptığı hata neydi? Özellikle kriz ortamlarında risklerin önüne geçmeyi beceremeyen girişimler, kendilerini iskambil kağıtlarından yapılmış bir kule parçası olmuş halde bulabilirler. Kağıttan kulenin bir parçası olmamak için dikkat edilmesi gereken en önemli unsur ise müşterilerinizin de aynı kulenin parçası olmayacağından emin olmak.

Vitamin ve ağrı kesici

DataFox'un yaratıcısı Bastiaan Janmaat'ın benzetmesine göre iki tip girişim var; vitamin satanlar ve ağrı kesici satanlar. Tek bir soruyla bir girişimin hangi alana dahil olduğu bulunabilir: "sahip olması güzel" bir ürün mü, yoksa "giderek artan bir ihtiyacı karşılayan" bir ürün mü? Nokta-kom balonu sırasında ortada olan birçok şirket vitamin satıyordu, bu yüzden yalnızca ağrı kesici satanlar (Amazon.com, Ebay vb.) ayakta kalabildi. Piyasaların kötüye gitmesi, vitamin satanlar için oldukça kötü bir haber çünkü ortada az para olduğunda vitamin ve ağrı kesici arasında seçim yapmak zorunda kaldığınızda muhtemelen ağrı kesici alırsınız, vitamin değil. Bu bağlamda Regus, vitamin satanlarla çalışıyordu ve tarihin en büyük balonlarından birinin patlamasıyla bir gecede tüm müşterilerini kaybetti.

Bir girişimin vitamin mi ağrı kesici mi sattığını anlamak için şu üç soruyu kendi kendinize cevaplayabilirsiniz:

Şirket, başkalarının masraflarını azaltıyor mu? Örneğin Amazon Web Services, kendi başınıza sahip olabilmeniz için gerekli yatırımdan çok daha düşük bir tutara çok güçlü sunuculara sahip olmanızı sağlıyor.

Gelir yaratıyor mu? Şirketin kendisinin gelir elde edip etmediğinden değil, başkalarının daha fazla gelir elde edebilmesini sağlayıp sağlamadığından bahsediyoruz. Eğer bir şirket (mesela bir satış analiz şirketi) başka şirketlerin daha iyi bir performans göstermesini sağlıyor ve daha fazla gelir elde etmesini mümkün kılıyorsa kesinlikle ağrı kesici satıyordur ve böyle bir şirketin kriz zamanlarında ayakta kalabilmesi daha kolaydır.

Yapışkan mı? Yani şirketin verdiği ürün ya da sunduğu hizmet yerine muadil bir ürün/hizmet kullanılabilir mi? Bu da oldukça önemli bir soru, çünkü bir ürün/hizmet kullanılmaya başlandığında şirketin içine işliyorsa, zor zamanlarda bile kullanılmaya devam edilecektir çünkü değiştirilmesi ve yerine muadil bir ürün ya da hizmetin kullanılması oldukça zahmetli ve pahalı bir işlem olacaktır.

Uzun vadede müşteri artışı potansiyeli

Ne satıyor/sunuyor olursanız olun, eğer büyümeniz bir noktadan sonra tıkanacaksa, başınız dara girecek demektir. Sadece sizin için değil, müşterileriniz için de bu durum geçerli. Bu yüzden büyüme konusunda müşterilerinizin ideal olarak sahip olması gereken nitelik, yavaş da olsa düzenli bir büyüme potansiyelidir. Kriz zamanlarında bile büyümeyi başarabilen bir müşteri sizi yarı yolda bırakmaz. Bu hususta da incelenmesi gereken iki nokta var; şirketin genişleyebileceği pazarların büyüme potansiyelinin olup olmadığı ve şirketin kâr elde etmeye ne kadar yakın olduğu.

İlk noktada sorulması gereken soru, daha ne kadar fazla müşteri edinilebileceği. Pazarda ne kadar fırsat varsa, bir şirket için o kadar büyük bir potansiyel vardır. İkinci noktada ise bir şirketin kâr elde etmeye ne kadar yakın/uzak olduğu önemli çünkü uzun süre kâr edemeyecek bir şirketin sizden ürün/hizmet satın alması ideal bir senaryo değil. Bu durumda müşterileriniz umduğunuz kadar kalıcı olmaz ve yazının başındaki Regus örneğindeki gibi bir durumla karşılaşabilirsiniz.

Özetlemek gerekirse, eğer diğer şirketlere ve girişimlere ürün/hizmet sunan bir girişiminiz varsa müşterilerinizin kısa zamanda kâr elde edebilmesine, büyüme potansiyellerinin olduğuna, masraf azaltıcı ya da gelir arttırıcı vasıflarının olmasına ve sunduğu ürün/hizmetlerin hızlıca değiştirilemeyeceğine dikkat etmelisiniz. Elbette bunların hepsi aynı anda sağlanamayabilir ancak müşteri tabanınızı gözden geçirirken bu kriterleri takip etmeniz işinizi kolaylaştıracaktır.

Bunu paylaş:
 
 

CONCORDE’DAN HIZLI YOLCU UÇAĞI: BOOM

Concorde'u hatırlıyorsunuzdur, dünyanın ilk sesten hızlı uçan yolcu uçağı olmuştu. Ancak gerek yüksek yakıt maliyeti gerekse gövdesindeki ısınma sorunları (ve bunlarla ilişkili olan kazalar) nedeniyle tüm dünyaya yayılamadan kayboldu. Boom ise Concorde'dan daha hızlı bir uçuş deneyimini normal bir business class yolcu bileti fiyatında sunmayı hedefliyor.

Günümüzdeki aerodinamik teknolojisini en gelişmiş motor teknolojisi ve karbon fiber bileşenlerle harmanlayan Boom, diğer uçaklardan 2.5 kat daha hızlı bir yolculuk vadediyor. Örneğin Boom, New York ve Londra arası bir yolculuğu 7 saat yerine 3,5 saatte gerçekleştirecek ve bu yolculuk için gidiş dönüş toplam fiyat 5 bin dolar olarak belirlenmiş. İlk uçuşunu 1969 yılında gerçekleştiren Concorde, Mach 2 hızına ulaşabiliyordu. Boom'un geliştirilmekte olan prototipinin motor hızı ise Mach 2.2.

Şu anda prototip üzerinde çalışan firma, ilk deneme sürüşünü önümüzdeki sene gerçekleştireceğini belirtti. Şu aşamada testler Kaliforniya'daki hava üssünde gerçekleşiyor, hangar ise Denver'da. Şirketin uzun dönemdeki hedefi ise Mach 3 hızına ulaşabilmek. Şirket geçtiğimiz günlerde Avustralyalı Richard Branson'ın Virgin adlı havacılık şirketi ile 2 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Henüz çok erken aşamada olan bir şirketin 2 milyar dolarlık anlaşma imzalaması oldukça büyük bir gelişme.

Concorde'un bir diğer dezavantajı ise yakıt olarak kerosen kullanmasıydı. Kerosen oldukça yüksek maliyetli bir yakıt ve 6000 kilometrelik bir mesafe için yolcu başı toplam yakıt maliyeti 1000 doları aşıyordu. 2000 yılında Paris'te yaşanan kazanın ardından uçuşları büyük oranda azaltılan uçak son uçuşunu 2003 yılında gerçekleştirmişti.

Bu gelişmeyi girişimcilik açısından değerlendirecek olursak, birkaç gün önce yayınladığımız "basit düşünmek" temalı yazıdan alıntı yapmak işimize yarayabilir.

Bir bardak ve bir robotun kesişim noktası ne olabilir diye düşündüğünüzde ise karşınıza çıkan sonuç belli: İkisi de basit düşünce ürünü! Yani ne girişimci olmak için, ne de dünya üzerinde yaşayan hemen herkesin ortak sorunlarına çözüm getirebilmek için karmaşık, içinden çıkılamayacak kadar detaylı bir çözüm geliştirmek gerekmiyor, bazen bazı süreçleri tersine düşünmek ya da fiziğin temel kurallarını ürününüzde/çözümünüzde kullanmanız böyle basit ancak bir o kadar kullanışlı sonuçlar doğurabiliyor.
Basit düşünmek için küçük düşünmek gerekmiyor elbet. Concorde'un on yılı aşkın bir süre önce etkin biçimde yapamadığını günümüz teknolojisiyle uygun maliyetli ve güvenli bir biçimde gerçekleştirmek, SpaceX uçuşlarını göz önüne aldığımızda pek de yeni bir düşünce değil. Ancak önemli olan, cesaretli olup basit olmasına rağmen güçlü fikirlerle aksiyona geçebilmek. 
 
 
 
 
 

İNSANLARIN İLGİSİNİ ÇEKECEK MOBİL REKLAMLAR OLUŞTURMANIN ÜÇ YOLU

Artık neredeyse herkesin cebinde internete bağlı bir cihaz fakat markalar hâlâ mobil kanallar üzerinden müşteriyle etkileşime geçmekte zorlanıyor.

Mobil platformlarda reklamlar için ayrılan alanlar, bilgisayarlardaki gibi içeriğin dışarısında kalan özel alanlar değil ve çoğu zaman içeriğin üzerine biniyor. Bu da markalara mobilde müşterileriyle sağlıklı bir etkileşim kurmalarının önünde engel teşkil ediyor.

Birçok firma, bu durum karşısında web üzerinde uyguladığı reklam stratejilerini doğrudan mobile uyarlayarak şansını deniyor. Açıkçası bu birçok açıdan anlamsız sonuçlar doğuruyor. En önemlisi ise marka reklamcılığının çekirdek amacına ters düşüyor: Müşteriler ile duygusal bir bağ oluşturmak.

Girişiminizi mobil platformlar üzerinden kullanıcılar ile tanıştırırken kullanabileceğiniz üç geçerli mobil reklam stratejisi şu şekilde:

1. Doğru Zamanlama
Amaç, fırsat bulunan ilk anda müşterilerinizi mobil reklamlara maruz bırakmak değil. Öncelikle, kullanıcıların ne zaman gördükleri yeni içeriklere ılımlı yaklaştıklarını saptamanız ve bundan yola çıkarak reklamlarınızı hedeflemeniz gerekiyor. Gelgelelim bunu öğrenmek çok adımlı bir süreç.

Örneğin oyuncu mobil oyununuzda bir bölüme takılıp kaldığında, bu duygusal durumu oyuncunun gönlünü kazanabileceğiniz bir marka mesajı ile değerlendirebilirsiniz. Bu senaryoda, oyuncuya ekstradan bir oynama hakkı vermek doğru bir strateji olabilir.

Mobilde kullanıcılar ile etkileşime geçmek için, otomatik reklam ve mesajları geride bırakmak şart. Markanız ile kullanıcınız arasında gerçek bir duygu alışverişi yaşanması, marka reklamınızın veriler ışığında doğru zamanlanması ile gerçekleşebilir. Örneğin, fotoğraf uygulamanızda ücretli bir filtreyi deneyen fakat satın almayan kullanıcınıza o filtreyi ücretsiz verebilirsiniz. Kullanıcılarınız, size gönderdikleri veriler ile iletişimin onlara düşen tarafını gerçekleştiriyor. Size düşen ise bu verileri okuyarak, içgüdüsel kullanımlarına uygun olarak markanızı öne çıkarmak.

2. Adrese teslim
Doğru zamanı tespit ettiğinizde, marka reklamınızın kullanıcılara teslim edilme sürecine geçebilirsiniz. Bu noktada, kullanıcıların uygulamanızı kullanma şekillerini iyi bilmeniz ve bundan yola çıkarak onların kullanım alışkanlıklarını ve edindikleri kullanım tecrübesini etkilemeyen bir reklam formatı belirlemeniz yararınıza olur. Eğer size ait olmayan bir platforma reklam veriyorsanız; reklamınızı en ideal şekilde sunabilmek için, uygulamanın geliştiricileri ile birlikte çalışmalısınız.

3. Değer sunun
Çoğu kullanıcı ilgisini ve müşteri sadakatini karşılıksız sunmuyor. Bunları istiyorsanız, önce onlara bir değer sunmanız gerekiyor. Bir vaat… Bunu gören kullanıcı, ona sunmak istediğiniz değerin zaman harcamaya değer olup olmadığına karar vererek reklamınız ile etkileşime girecek ya da girmeyecek.

Kullanıcı gözünden bakarsanız, reklamın kendisi başlı başına bir değer değildir. Sonuçta kullanıcının uygulamada yaşadığı tecrübeyi geliştirmez ve firmanızı takdir etmek için elinde hiçbir sebep olmaz. Uygulamanızı kullanan insanların hoşlarına gidecek sanal veya gerçek değerleri onlara sunmalısınız.

Kullanıcıları reklamlarla etkileşime girmeye zorlamak, cihazlarının tüm ekranını kaplamak kötü bir fikir. Eğer reklamınız keyifli geçen bir anı yarıda kesip, keyifli tecrübeyi bitirirse kaş yapayım derken göz çıkarmış olursunuz. Bu risk alınmaya değmeyecek kadar büyük. Bunun yerine, kullanıcılarınızın reklamlarla etkileşime geçme şekillerini seçmelerine izin verin. Eğer istemiyorlarsa, aynı reklamı daha büyük ve daha agresif bir şekilde sunmak hiçbir şeyi değiştirmeyecektir; kullanıcıların sinirine dokunmak dışında…

MAKİNELERİ İNSANLAŞTIRMAK

Günümüzde makineler insanların yaptığı birçok şeyi yapmaya başladı. Ve bu yalnızca bir başlangıç. Yeni bir girişim fikri arıyorsanız, makineleri insanlaştırmakla işe başlayabilirsiniz.

1997 yılında IBM'in geliştirdiği Deep Blue adlı süper bilgisayar, Dünya Satranç Şampiyonu Garry Kasparov'u yenmeyi başararak bir ilke imza attı. Ancak makineleri insanlardan güçlü kılmak yetmez, önemli olan onları insanlaştırabilmek. Konsept kulağa ilginç gelse de günümüzden bir örnek vererek 1997 yılından bugüne gördüğümüz değişimin doğrultusunu inceleyebiliriz. Geçtiğimiz hafta Google'ın DeepMind adlı alt şirketi tarafından geliştirilen AlphaGo isimli algoritma, go oyununun en güçlü isimlerinden Lee Sedol'u 4-1 skorla yenmeyi başardı. Pekiyi, IBM'in Deep Blue süper bilgisayarıyla Deep Mind'ın AlphaGo'su arasında ne fark var?

Deep Blue, Garry Kasparov'u yendiği oyunda brute force (kaba güç) yöntemi kullanarak olası bütün hamleleri tek tek hesaplayıp karşıdaki oyuncunun hamlelerine göre düzenledi ve kesin galibiyet yolundan ilerledi. Ancak Deep Mind'ın AlphaGo adlı algoritması, özdevimli öğrenme (machine learning) yöntemini kullanmıştı. AlphaGo, Sedol ile maça çıkmadan önce sayısız go oyunu oynadı ve hangi hamlenin hangi sonuca yol açabileceğini "öğrendi". Bu, Deep Blue'nun brute force kullanımından oldukça farklı. Çünkü biz insanlar satranç oynarken en fazla 5 – 6 hamle ilerisini düşünebiliyoruz ancak brute force kullanan bir bilgisayar olası tüm hamleleri hesaplayabilme gücüne sahip. Biz, 5 – 6 hamle ilerisini düşünürken önceden yaşadığımız deneyimleri baz alıyoruz. Yani birikimli öğrenme yolunu takip ediyoruz. AlphaGo da aynı yöntemi kullanıyor. Go oyunu satranç oyunundan farklı olarak neredeyse hesaplanamayacak kadar fazla senaryoya sahip, bu nedenle brute force kullanmak mantıklı değil. AlphaGo, kendi kendine maç yaparak mümkün olan birçok senaryoyu deneyimliyor ve hangi hamlenin neye yol açabileceğini öğreniyor. Anlatmaya çalıştığımız konseptle birleştirecek olursak AlphaGo bu açıdan Deep Blue'ya kıyasla daha "insani" bir yazılım.

Bu gelişme hepimizin aklına "Makineler insanlaştırılabilir mi?" sorunusunu getirdi. Yalnızca 19 yılda yaşanan değişime bakarsanız aslında sorunun cevabının çok da kapalı olmadığını görebilirsiniz. Görücülerin yerini Tinder, bulaşıkçıların yerini bulaşık makineleri almışken hâlâ biz insanların yaptığı ve makineler tarafından devralınmamış birçok şey var. Eğer bir girişim fikri arıyorsanız, sormanız gereken sorulardan biri "İnsanların yapabildiği ancak henüz makinelerin yapamadığı, makineler tarafından yapıldığında insan hayatını kolaylaştıracak ne var?" olabilir. Tabii sorabileceğiniz tek soru bu değil. Makinelerin insanların yaptığı işleri yapması yeterli değil, aynı zamanda "insan gibi" yapabilmeleri de önemli.

Günümüzde şiir yazacak bir yazılım tasarladığınızda, insan gibi yapmayı öğretemediğinizde yazılım muhtemelen Dadaist usûlü şiirler ortaya çıkaracaktır. Bu noktada Dadaistlerin bir odada toplanıp rastgele kelimeleri yazıp bir kağıda attıklarını ve rastgele çekip yan yana koyarak şiirler oluşturduklarını hatırlatmak gerek. Bir makinenin mantıklı şiirler yazabilmesinin tek yolu, önceden yazılmış şiirleri incelemesi, anlaması ve hangi kelimelerin hangi kelimelerle kullanıldığında anlam ifade ettiğini kavrayabilmesinden geçer. Elbette şiir yalnızca bir metafor. Ancak bir girişimci olarak "Makine neyi insan gibi yapabilir?" sorusuna vereceğiniz bir cevabın yeni bir iş fikri anlamına gelmesi mümkün.
 
 

TEKNOLOJİ, DEMOKRASİ, TÜMSEKLER VE KAVŞAKLAR

Girişimci dünyaya katılmanın bedeli son yıllarda oldukça düştü. Artık, önceden yalnızca kurumsal kullanıcıların kullanabildiği ürünlerin herkes tarafında rahatça kullanılabildiği bir noktadayız. Dünyayı değiştiren inovasyonlara erişim artık yalnızca elit bir azınlığın elinde değil. Teknoloji, artık daha demokratik ve tüketiciye uyarlanmış durumda.

Bilgisayarların performansları teknoloji tutkunlarının beklentilerini gerçekleştirmenin çok daha ötesine geçti. Elinizdeki akıllı telefonun sahip olduğu işlem gücü, 1985 yılında ancak bir süperbilgisayar tarafından sunulabiliyordu. Google Belgeler, Skype ve Dropbox gibi ücretsiz araçlar, "iş yapma" maliyetini oldukça azalttı. Elinizde bir bilgisayar olduğu sürece her şeyi bulut üzerinden sorunsuzca, oldukça uygun bir maliyetle yapabiliyorsunuz. Kullandığınız araçların ise ölçeklenmesine mani hiçbir şey yok.

Bu durum, şüphesiz on yıl önce bir girişim oluşturmak için gerekli olan "donanım ekibinin" önceki değerini yitirmesine neden oldu. Yatırımcılar artık çoğu girişimde böyle bir ekibin olup olmadığına bakmıyor. Geçmişte risk sermayedarlarının temel rolü girişimcilere prototip ya da deneme aşamasında bir ürün oluşturmak için gerekli başlangıç sermayesini sağlamaktı. Bir ürün, tüketicilere sunulmadan önce üretilmek zorundaydı ve bunun için de belirli bir sermaye gerekliydi. Yatırımcılar, en yalın ürünü hemen görmekte ısrar etmiyordu çünkü en yalın ürün oluşturma süreci bile yıllar süren emek ve milyonlarca dolar sermaye gerektirebilirdi.

Pazara giriş masrafı azaldığından rekabet fazlasıyla keskinleşti. Teknolojinin demokratikleşmesi, insanların fikirlerini gerçeğe düşük maliyetle geçirebilmesini sağladı. Günümüzde bir iş fikrine sahip herhangi bir birey en yalın ürünü ucuz ve hızlı biçimde oluşturabilir. Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda ise pazara giriş maliyeti fazlasıyla azaldığı için rekabetin çok daha arttığını ve yerel/bölgesel rekabetin küresel bir rekabete dönüştüğünü görür olduk. Bu yarışta kaybedenlerin sayısı da girişimlerin çoğalmasıyla orantılı olarak arttı. Çok kişi yarışıyor, çok kişi kaybediyor.

Başarılı girişimciler ise bu değişimi anlayıp, derdini ona göre anlatanlar. Artık erken seviyede yatırım yapan yatırımcılar, girişimin en yalın ürünü oluşturması için yatırım yapmıyor. En yalın ürünü kendi paranızla yapmak zorunda kalıyorsunuz (ya da aile ve arkadaş faktörü burada devreye giriyor). Profesyonel yatırımcılar bir işe yatırım yapmadan önce ürünü çalışır halde görmek istiyorlar.

Neye nereye kadar kafa tutacağınızı bilmelisiniz

Girişimcilerin artık sunumlarında gerçek bir şeyler göstermesi gerek. Yani gerçek kullanıcıların ürünü kullandığını ve büyük bir pazar fırsatının olduğunu yatırımcıya anlatmalılar. Yatırımcıların erken seviyede başarı imaresi araması insanları elbette şaşırtmıyor ancak "iyi görünmek" artık yegane kriter değil. Hızlı ölçeklenmenin sağlanamadığı (ya da sağlanabileceğine inanılmayan) durumlarda ürünün olması da kâr etmiyor. Girişimci, yatırımcıya yaptığı sunumda en yalın ürünün de ötesine geçip hızlı bir büyüme planı sunmak zorunda. Bu sürecin en önemli aşaması ise kullanıcı edinim stratejisi. Eğer yatırımcının bu stratejiye ilişkin sorularını yanıtlayamazsanız başınız ağrıyabilir.

Neye nereye kadar kafa tutacağınızı bilmelisiniz. Özellikle uygulama pazarında girişimciler zorlu bir yolda gitmeye hazırlıklı olmalı. Reddedilme ve izolasyon bu yolda size yabancı kelimeler olmayacak. Kendi şirketini kurmak oldukça "yalnız" bir macera. Sonuçların sorumlusu yalnızca siz olursunuz. Girişimlerin yüzde doksanı batıyor. Endüstrinin kırılganlığını dikkate alacak olursak ayakları yere basan şirketin bile zaman zaman zorluklarla karşılaştıklarını görebiliyoruz. Bazı yerler diğer yerlere oranla size biraz daha özgürlük sağlayabilir ancak yine de nereye kadar dayanmanız gerektiğini iyi bilmeniz gerekiyor.

Kendinize dikkat etmeniz işinizi beslemeniz kadar önemli. Bir fikirden gerçek bir ürün oluşturmak için varınızı yoğunuzu ortaya koymanız gerekiyor ve bu oldukça inatçı olmanız gereken, maddi ve manevi tüm kaynaklarınızı sonuna kadar kullandığınız bir süreç. Eğlenceli bir şeyler okuyun, egzersiz yapın, iyi yiyin, iyi uyuyun. Karşılaştığınız sorunlarınızı konuşabileceğiniz bir mentor edinin.

Eğer bir teknoloji girişimcisi olarak kendi işinizin başına geçmek istiyorsanız işin sırrı en yalın ürün oluşturmakta. Süreçte size yardımcı olabilecek bir sürü ücretsiz kaynak var ve bunları kullanmanız gerek. Buluşmalara, toplantılara ve etkinliklere giderek yeni insanlarla tanışmanız da oldukça önemli. Tıpkı İTÜ Çekirdek gibi kuluçka merkezleri girişimcilere çalışabilmeleri için yer, başlangıç sermayesi ve mentorluk hizmeti vererek sürecin hızlanmasını sağlıyorlar. Elbette her kuluçka merkezinin sunduğu imkanlar farklı ancak genel olarak "kuluçka merkezi" adlı oluşumların Türkiye'deki varlığı bile sizin için büyük bir destek olacaktır.

Teknolojinin demokratikleşmesinden en çok kim kâr ediyor? Yeni başlayanlar, iki iş arası geçiş yapan insanlar ve hatta daha deneyimli ancak kurumsal hayatta kapana kısılmış gibi hissedenler, kısacası herkes! Eğer tek başınıza yola atılmak istiyorsanız, en uygun zamanlardan birinde bulunuyorsunuz. Bu fırsatı değerlendirin!

AMANSIZ DEVİN KÜÇÜK DÜŞMANI

Ulaşımı dönüştüren Uber ve Lyft pazar payı için sıkı bir rekabete girişti. Gelgelelim Lyft'in daha büyük ve daha zengin rakibini zorlamak için daha fazla çalışması gerekecek.

Survey Monkey tarafından dört ay boyunca her iki uygulamadan da toplanan veriler, kullanıcıların Lyft ve Uber arasında yaptıkları tercihlere dair yeni bilgileri gün ışığına çıkardı. Lyft kullanıcılarının dörtte üçü Uber de kullanırken, Uber kullanıcılarının çeyreğinden biraz fazlası Lyft ile de seyahat ediyor. Uygulamaların günlük indirilme sayısında da Uber önde gidiyor; güncel durum 100 bine 25 bin şeklinde.

Survey Monkey, bu verileri mobil davranışlarının takip edilmesini kabul eden on binlerce kullanıcıdan topladığını belirtiyor.

Araştırma şirketi tarafından ortaya konulan veriler, Lyft CEO'su Logan Green'in Wall Street Journal'a verdiği demeçlerin ışığında daha anlamlı olabilir. Green, Lyft'i Uber'den farklı kılan nedir sorusunu şöyle yanıtlamıştı: "Biz insanlara daha iyi davranıyoruz. Sürücü otomobil kullanmaktan ve bizimle çalışmaktan mutluysa bu kendini gösteriyor. Daha mutlular. Aldıkları her müşterileride daha da iyi bir ruh halinde oluyorlar ve bu sayede yolcularını daha mutlu etmek için çaba gösteriyorlar. Her iki firmadan da aynı hizmet seviyesini alabildiklerinde, insanlar değerlerinin örtüştüğü firmayı desteklemeyi seçiyor."

SLACK’İN DEĞERİ 3,8 MİLYAR DOLARA ULAŞTI!

Kurumsal iletişime yeni bir soluk getirerek inanılmaz bir büyüme ivmesi yakalayan Slack, küresel yatırım temposu azalmasına rağmen büyümeye devam ediyor.

Her gün 2,7 milyon profesyonel tarafından kullanılan Slack, kullanıcı tabanını yıllık bazda 3,5 kat artırdı. 800 bin kullancısından aylık 8-15 dolar abonelik ücreti alan girişimin kurumsal müşterileri arasında NASA, Comcast ve Walmart gibi devler de yer alıyor. Girişim tarafından açıklanan verilere göre sıradan bir kullanıcı günde 10 saatini Slack'te geçiriyor.

Slack'in değerlemesini 3,8 milyar dolara çıkaran yatırım turu Thrive Capital  öncülüğünde gerçekleştirildi ve Accel, Social Capital, Spark Growth ve Comcast Ventures gibi yatırımcıların da katılımıyla 200 milyon dolar toplandı. Slack CEO'su Steve Butterfield, yeni yatırımla liderlik konumlarını korumayı amaçladıklarını açıkladı.
 
 

ŞİRKETLER NEDEN BAŞARISIZ OLURLAR?

Bir şirketi yönetirken, aynı zamanda yenilemek mümkün mü? İş stratejisti Knut Haanaes'a göre, başarılı olduktan sonra inovasyon yapma becerisi büyük bir organizasyon olunduğuna dair bir gösterge. Haanaes hâlihazırda bildiğimiz şeyleri mükemmelleştirmek ile tamamen yeni fikirleri keşfetmek arasındaki dengeyi bulma konusundaki görüşlerini paylaşırken, iki büyük strateji tuzağından nasıl kaçınacağınızdan bahsediyor.
 
 

YABANCI BİR GİRİŞİMİ TÜRKİYE’YE UYARLAMAK

Yeni bir fikirle ortaya çıkıp, bunu başarılı bir biçimde uygulamaya koyup getiri elde etmek oldukça zor ve görünenden çok daha fazla know-how bilgisi gerektiriyor. Öte yandan, Türkiye'deki girişim örneklerine baktığımızda hepsinin de yeni "keşifler" olmadığını fark ediyoruz. Bu "iyi" ya da "kötü" denebilecek bir durum değil, çünkü eğer yabancı bir ülkede faaliyette olan bir girişime Türkiye'de de ihtiyaç varsa, bunu yerli sermaye ile yapmak ülke ekonomisinin büyümesine yardımcı olur.

Yurtdışında doğmuş bir konseptin Türkiye'de uygulanmasına hızlıca verebileceğimiz iki örnek, Simit Sarayı ve GittiGidiyor.com. 2002 yılında kurulan Simit Sarayı, Türkiye'nin kültürel bir değeri olan simiti en taze ve lezzetli haliyle tüketiciye sunmayı hedefliyor. Peki "kültürel bir değeri tüketiciyle buluşturmak" yeni bir konsept mi? Fransız Brioche Dorée, 1976 yılında kuruldu ve konseptleri incelediğimizde Simit Sarayı ile çok büyük bir benzerlik görüyoruz. Onlar bir Fransız değeri olan brioche tarzı hamur işlerini Fransa'nın her yerine aynı kalitede ve lezzette sunmaya çalışırken Simit Sarayı da aynı işlemi hepimizin sevdiği simit (ve diğer başka değerlerimiz) için yapıyor.

Elbette Simit Sarayı verebileceğimiz tek örnek değil. 2001 yılında internet kavramının ülkemizde yavaş yavaş geniş kitlelere ulaşmaya başlamasıyla hayatımıza giren GittiGidiyor.com, biz internet kullanıcılarını çevrimiçi müzayede kavramıyla tanıştırdı. GittiGidiyor'un girişimi aslında 1995'te ABD'de kurulan eBay'in Türkiye şubesini oluşturmaktan ibaretti ve model Türkiye'de de sorunsuz işledi, çünkü herkes istediği farklı şeyleri internet üzerinden almayı çok sevdi. Özellikle de sahaflarda bile bulunamayan bazı şeyleri bilgisayar ekranında görmek, birçok koleksiyoncunun yüzünü güldürdü. Nitekim 2007 yılından itibaren eBay, GittiGidiyor'un hisselerini satın aldı ve GittiGidiyor resmi olarak eBay'in Türkiye şubesi oldu.

Hiçbirimiz GittiGidiyor'u ya da Simit Sarayı'nı yadırgamıyoruz, çünkü büyük potansiyelleri dolduracak kapasiteye ulaştılar ve büyümeye devam ediyorlar. Aslında yabancı bir girişimi Türkiye'ye uyarlamak o kadar da kötü bir şey olmasa gerek, değil mi? Peki bunu nasıl yapabilirsiniz? Tabii takip etmeniz gereken tek bir yol yok, ancak işinizi kolaylaştırmak, bizim işimiz.

Adım 1: Bul

İlk olarak yabancı ülkelerdeki girişimleri incelemeniz gerek. Özellikle teknoloji alanındaki girişimleri internetten takip edebilirsiniz. İşin çoğunluğunu çevrimdışı olarak yürüten girişimler için de yurtdışındaki girişimcilik zirvelerine, pitching etkinliklerine gidebilir ve seyahat etmenin keyfine girişimcilik düşünme yapısını ekleyebilirsiniz. Önemli olan, ilginizi çeken ve kârlı olabileceğini düşündüğünüz iş fikirlerini not almak ve unutmamak.

Adım 2: Türkiye'de olur mu?

İkinci aşamada bu fikirlerin Türkiye'de ilgi görüp görmeyeceğinin muhasebesini yapmalısınız. Türk insanı çayı çok sever diye çevrimiçi çay satma (bardakta, sıcak sıcak, kapınıza gelsin!) fikri sandığınız kadar cezbedici olmayabilir, çünkü bizim alışkanlığımız çayı karton bardakta değil, ince belli cam bardakta içmek. Ki bunun da lojistiği oldukça zor, değil mi? İncelediğiniz bir konseptin Türkiye değerleriyle uyumlu olup olmadığına, insanların ürünleri/hizmetleri edinme alışkanlıklarına, maliyet rakamlarına ve satış fiyatlarına bakarak Türkiye için yeni bir değer olup olamayacağını kendinizce belirleyin. Bunu yaparken arkadaşlarınızın ve aile üyelerinizin fikrini almaktan kaçınmayın.

Adım 3: Uyarla

İkinci aşamadan başarıyla geçmek, her şey değil. Çünkü fikri ülkemiz şartlarına göre düzenlemeli ve kültüre göre uyarlamalısınız. Eğer Simit Sarayı'nın tek yaptığı Fransız ekmeği yerine simit satmak olsaydı, başarı yakalayamazdı. Önemli olan bunu nasıl yaptığı. Bu aşamada ürününüzü/hizmetinizi insanımızın ihtiyaçlarına/kullanım alışkanlıklarına göre şekillendirmeli ve daha kullanışlı, ilgi çekici bir hale getirmelisiniz. Son olarak bu aşamada iş modelinizi de yine aynı kriterlere göre en iyi ve en kârlı hale getirdikten sonra, faaliyete geçmeye hazırsınız.

Adım 4: Faaliyete geç

Genel kanının aksine planlama aşaması, hakkıyla yapıldığı takdirde faaliyete geçme aşamasından çok daha uzun sürer. İş modeliniz de hazır olduktan sonra yapmanız gereken, girişiminiz için (ihtiyacınız olduğu takdirde) yatırımcı aramaktır. Yatırımcılarla görüşmelerin ardından eğer fikriniz ümit vaadediyorsa mutlaka yatırım alacaktır. Bu aşamada iş planınızı uygulamaya koymaktan daha fazlasına ihtiyacınız yok.

Adım 5: Büyü

Faaliyete geçtiğınizi ve hatta kâr etmeye başladığınızı varsayalım. Artık büyüme zamanı. Talep miktarını değerlendirin ve özsermayenizle büyüyüp büyüyemeyeceğinizi değerlendirin. Talepler giderek artıyorsa bu sizi büyümeniz için teşvik edecek ve güveninizi arttıracaktır. Eğer tahmin ettiğiniz kadar talep yoksa büyümeyi daha sonraya bırakabilirsiniz. Büyümek her ne kadar kulağa güzel gelse de taleple aynı doğrultuda olmadığında şirketinize zarar verecektir.

Her girişimci ve yatırımcı kendine özgü stratejilere sahiptir. Burada paylaşılan strateji, ortak akıldan yola çıkılarak hazırlanmış ve paylaşılmıştır. İlk aşamadan itibaren aklınıza başka bir iş fikri geldiğinde, değerlendirmekten çekinmeyin ve ufkunuzu genişletmesine izin verin. Böylece kendinizi daha büyük fırsatları görüp değerlendirmeye açmış olursunuz.

BİR FERSAH İLERİDE: BİLGİ DEPONUZU HAZİNEYE DÖNÜŞTÜRÜN

Dünya, daha önce hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor. Çok değil, yalnızca 9-10 sene önce kullandığımız 128 MB kapasiteli hafıza kartlarının yerini "bugünün" dünyasında 128 GB kapasiteli kartlar aldı. Bu değişime ayak uydurabilmek için elbette gündeme kulak vermek gerek. Ancak geçmişten dersler almak da bir o kadar önemli. Artık tarih tekerrürden ibaret olmasa da, birkaç mekanizmanın diğerlerinden daha yavaş değiştiği bir gerçek. Bu mekanizmaların başında, satın alma dürtümüzün çekirdeğinde bulunan davranışsal psikoloji geliyor.

İnsan beyninin nasıl düşündüğünü ve karar aldığını anlamak, girişiminiz için hayati önem taşır. Anlayamadığınız bir insana nasıl hizmet ve ürün sunabilirsiniz ki? Peki dünyanın en iyi ürününü/hizmetini sunduğunuz halde bir Norveçliye Türkçe konuşarak satış yapabilir misiniz? Beyne hitap etmenize yardımcı olacak, sahip olduğunuz bilgileri güçlendirerek onları bilgi hazinelerine dönüştürecek sihirli kitapları bu yazıda derledik.

♦ "Yalnızca Paranoidler Ayakta Kalır" – Andrew S. Grove

Macar Andrew Grove, Intel'de çalışan ilk insanlardan biri ve şirketin eski CEO'su. Aynı zamanda teknoloji alanında neredeyse en "hatasız" kariyerlerden birine sahip olmasıyla tanınıyor. Steve Jobs tarafından "geçmişten ders alınabilecek en iyi kariyer öyküsü kitabı" olarak tanımlanan Yalnızca Paranoidler Ayakta Kalır, Grove'un başarıları kadar başarısızlıklarına da derinlemesine dalmasıyla dikkat çekiyor.

18c8177f-4eb5-4183-8c6b-b5d25a79207e

♦ "Steve Jobs" – Walter Isaacson

Steve Jobs'tan bahsetmişken kendisinin biyografisinden bahsetmemek olmaz. Walter Isaacson, son birkaç yılında Steve Jobs ile birlikte zaman geçirip Jobs'ı tanıyan ne kadar insan varsa onlarla görüşerek yenilikçi dehanın yaşam öyküsünü kaleme aldı. Apple – Pixar – NeXT üçlüsünün kuruluş (ve NeXT'in batışı) öykülerini ayrıntılı biçimde görebileceğiniz bu kitap, bir kariyer öyküsünden ziyade "farklı düşünmek" kavramının gerçek hayatta nasıl işlediğini gösteriyor. (Yazının giriş paragrafını göz önüne alarak bu mekanizmanın pek değişmediğini söylemek mümkün.)

♦ "Çizginin Dışındakiler" – Malcolm Gladwell

Her ne kadar kitapçılar tarafından "Kişisel Gelişim Kitapları" kategorisinde sunulsa da, Gladwell'in Çizginin Dışındakiler kitabı başarılı bir şekilde kişisel gelişim kitapları çizgisinden dışarıda kalmayı başarıyor. Bunun nedeni ise "şunu yap, bunu yapma" gibi öneriler vermektense "şans mekanizmasının" nasıl çalıştığını anlatması. Gladwell'e göre başarının sırrı da burada yatıyor. Yani her şey "çok çalışmak" değil. Silikon Vadisi milyarderi olmak için hangi yıl, pilot olmak içinse nerede doğduğunuzun önemli olduğunu söylesek inanır mıydınız? Kendi şansımızı kendimiz yaratabiliyorsak, bunu neden yapmayalım?

♦ "Kaldıraç Etkisi" – Ekim Nazım Kaya

Tarih tekerrürden ibaret değil. Ancak Türk girişimcilik ekosisteminin ilk organizmalarının nasıl meydana geldiğini ve neden başarılı olduklarını (ya da battıklarını) bu şirketlerin kurucularından dinlemek istiyorsanız bulabileceğiniz en güzel kaynaklardan biri Kaldıraç Etkisi. "Merve'yi Tavla" uygulamasıyla ünlenmiş Botego'nun kurucusu Ekim Nazım Kaya tarafından kaleme alınan bu keyifli kitap, Türk girişimcilerin hikayelerinden faydalanmanızı sağlayacaktır.

a7fc11d7-4d42-41f2-a764-1641107035d7

♦ "Hızlı ve Yavaş Düşünme" – Daniel Kahneman

Hızlı ve Yavaş Düşünme, şüphesiz bu zamana kadar görüp görebileceğiniz en kışkırtıcı kitaplardan biri olacak. Psikolog bir arkadaşıyla birbirlerine sordukları sorularla insan beyninin nasıl çalıştığını anlamaya çalışan Kahneman, yıllarca süren bu sürecin ardından beynin düşünme sistemlerine dair edindiği bütün bilgileri bu eserde topladı. Hızlı ve yavaş sistemler olarak adlandırılan bu düşünme sistemlerinin nasıl çalıştığını anlamak, sizin ve şirketinizin gücüne güç katacaktır.

♦ "İş Modeli Üretimi" – Pigneur

İş modeline dair aklınıza gelebilecek her şeyi bulabileceğiniz eşsiz bir bilgi hazinesi Yves Pigneur ve Alexander Osterwalder'in kalemlerinden çıkan İş Modeli Üretimi kitabı. Adından da anlayabileceğini gibi, şirketiniz için iş modeli geliştirmenize yardımcı olan, aynı zamanda sahip olduğunuz iş modelini analiz edebilmeniz için gerekli araçları sunan bu kitap, 42 ülkeden 470 katılımcının katkısıyla oluşturuldu. Tereddütsüz elinize alıp üstünde çalışmaya başlamalısınız.

Unutmayın, girişiminiz sizinle birlikte güçlenir. Yeni kurulmuş ya da kurulma aşamasındaki girişimlerde, bireysel bilgi ve tecrübeler ekip ruhuyla harmanlanarak başarıya dönüşür. Kendinizi düşünsel ekipmanlarla donatmanız, girişiminizin daha dayanıklı ve istikrarlı olmasını sağlar.
 
 

“HER ALGORİTMANIN ARKASINDA GELİŞTİRİCİSİNİN YARGILARI YATIYOR

Arama motorları en çok güvendiğimiz gerçeklik kaynağı ve hakemi haline geldi. Peki önyargısız bir arama sonucuna ulaşabilir miyiz? İsveçli yazar ve gazeteci Andreas Ekström bunun felsefi olarak imkansız olduğunu iddia ediyor. Bu düşündürücü konuşmada bizi teknoloji ve insani bilimler arasındaki bağı kuvvetlendirmeye çağırıyor ve bize her algoritmanın arkasında hiçbir kodun yok edemeyeceği kişisel inançların olduğunu hatırlatıyor.
 
 

İLK MÜŞTERİLERİNİZ HER ŞEYİNİZ

Her girişimcinin hayali bir iş kurup ölçeklenmektir. Şanslıysanız yüzlerce, binlerce hatta sunduğunuz ürün veya hizmete göre milyonlarca müşteriye hitap edebilirsiniz. Ancak başladığınız nokta, ilk müşterileriniz, her zaman en önemli müşterileriniz olacaktır.


Google her gün yaklaşık 3.5 milyar aramaya ev sahipliği ediyor, şirketin ilk günlerinde bu rakam 0′dı (yazıyla sıfır). Elbette Türkiye özelinde milyarlar düzeyinde kullanıcı elde etmek gerçekçi değil. Kaldı ki binlerce ya da milyonlarca müşteriye ulaşan işlerin arkasında da iyi müşteri hizmetleri ve müşteri sadakati yatıyor.

Ancak hepimizin yaptığı hata sonradan edindiğimiz binlerce müşterinin yola çıktığımızda bize ilk olarak destek veren birkaç müşteriden daha önemli olduğu. "Müşteriler önemli değildir" demek istemiyoruz, sadece ilk müşterileriniz ile ilişkilerinizin nasıl olduğu ölçeklenme sürecinizi büyük bir şekilde etkileyecek. Bu yüzden hevesli bir şekilde müşteri sayısını hedeflerinizi yükseltmeden önce ilk müşterilerinizle olan ilişkilerinizin önemini kavramanız gerek. Başarıya ulaşmak için, ilk müşterilerinize doğru davranmalısınız.

İş modelini kanıtlama

Elinizdeki mükemmel kaynakların hepsini iyi bir şekilde değerlendirip kusursuz bir iş planına sahip olsanız da araştırdığınız, fikir yürüttüğünüz her şey yalnızca kağıt üstünde kalır… ta ki ilk müşterilerinizi edinip iş planınızın gerçeğe nasıl yansıdığını görene kadar. İş planınızı hazırlarken talebin kısa sürede artacağını düşünmüş olabilirsiniz ancak bunu kanıtlayacak yegane insanlar ilk müşterilerinizdir.

İş modelinizini ilk müşterileriniz üzerinde test edersiniz ve hâlâ gerekli değişiklikleri yapma esnekliğine sahipsinizdir. Tıkandığınızı düşündüğünüz noktada planlamaya geri dönüp yeni bir strateji geliştirmeniz gerekir.

Eksiklikleri görürsünüz

Modelinizin sağlam olduğunu ve küçük bir müşteri grubunu ilk müşterileriniz olarak değerlendirip satış yapmaya başladığınızı düşünelim. Her ne kadar iyi tasarlamış olursanız olun, ürünlerinizde ve hizmetlerinizde mutlaka bir kusur olduğunu göreceksinizdir.

İlk müşterileriniz, bu kusurları ilk kez fark eden kişiler olacaktır. Bu yüzden bu kişilerle sıkı irtibat halinde olup ürün ve hizmetlerinizden nasıl yararlandıklarını görmeli ve mümkün olduğunca geribildirim almalısınız. Bu aşama, işinizin "beta" aşamasını oluşturur, müşterilerinizden aldığınız geribildirimler sayesinde ürün/hizmetlerinizde gerekli geliştirme ve sadeleştirmeleri gerçekleştirebilirsiniz ve işinizi sağlamlaştırırsınız.

Müşteri sadakati

İlk müşterileriniz aynı zamanda markanıza sadık kalma eğilimi en yüksek olan müşterilerinizdir. İlk günlerinizde sizinle olan ve ölçeklenmenize tanık olan müşterileriniz olduğunu düşündüğünüzde, onlara daha uygun fiyatlar sunmanız ve birkaç küçük "teşekkür"de bulunmanız onların size daha da sadık kalmasını sağlayacaktır. Özellikle ölçeklenmeye yeni başladığınız zamanlarda ilk müşterilerinizi elinizde tutmanız çok önemlidir.

Referanslar ve marka elçiliği

Bir tüketicinin karar verme mekanizmasını etkileyen en büyük unsurlardan biri sosyal kanıttır. Eğer insanlar başkalarının da bir ürünü kullanıp memnun kaldığını görürse o ürün/hizmeti alma ihtimalleri o kadar yükselir. Ancak yeni başladığınız zamanlarda elinizde böyle bir "sosyal kanıt" olmayacak, doğal olarak yeni müşterilere ulaşma ihtimaliniz, satış yeteneklerinizle kısıtlı olacaktır. İlk 20-30 müşteriye eriştikten sonra bu müşterilerden bazılarının referans sunmasını ya da marka elçiliği yapıp sunduğunuz şeyi diğer insanlara yaymasını sağlayabilirseniz daha hızlı ölçeklenebilirsiniz.

Stabiliteyi arttırın 

Girişimciliğin altın çağında yaşasak da kendi işine sahip olmak oldukça kırılgan bir oldu. İlk birkaç ayda birçok şey değişebilir, hatta markanız baştan tasarlanabilir. Eğer müşterilerinizi bu değişikliklerin üstünde tutabilirseniz ve onlara yalnızca marka aracılığıyla değil, insani bir düzeyde yaklaşırsanız siz nereye giderseniz müşterileriniz de sizinle gelebilir. Bu da fazlasıyla dalgalı girişimcilik denizinde nispeten daha stabil bir gemiyle seyretmenizi sağlar.

Olumlu müşteri deneyimi

İlk müşterilerinize daha iyi bir deneyim yaşatmak için çok fazla şeye ihtiyacınız yok. Müşterilerinize kulak verdiğiniz sürece süreç kendi kendine ilerleyecektir. Müşterilerinizden, özellikle de sofraya ilk oturanlardan, bir geribildirim aldığınızda mutlaka kulak vermelisiniz. Onları aramanız daha kişisel bir dokunuş sunacağından markanızın onlar üzerindeki etkisini arttıracaktır. Bu basit prensipler ilk nesil müşterilerinizi etkilemek ve sadık müşterilere dönüştürmek için oldukça önemlidir.

Ölçeklenmek hiç de kolay değil ancak ilk nesil müşterileriniz sadık olduğu sürece biraz daha düz bir çizgide ölçeklenmek mümkün olur. Büyüdükçe müşterilerinize kulak vermeniz daha fazla büyümenizi sağlar. Ve bir gün girişiminiz, artık girişim olmaktan çıkıp oturmuş bir şirket haline gelir.

YANLIŞ DEĞERLEME MAĞDURU OLMAYIN

Şirketinizin gerçek değerlemesi yatırımcıların biçtiği değer olmayabilir. Bu durumda gerek yatırımcıların gerekse girişimcilerin yeterince rasyonel davranmadığı bir piyasada doğru değerleme nasıl yapılabilir?

Nokta-kom balonu sırasında 3COM adlı ağ çözümleri geliştiricisinin alt şirketi olan ve halka arz edilen Palm, kısa sürede 3COM'un toplam pazar değerinin birkaç katı değerlemeye ulaştı ve ana firmanın Palm harici tüm faaliyetlerinin değerlemesini negatif değerlere çekti. Bu zaman dilimi aşıldığında ise Palm'ın hisse değerleri halka arz değerinin altıda birine kadar geriledi. Elbette piyasalarda "balonlara" çok sık rastlamıyoruz ancak bu durum yatırımcıların gerektiği kadar rasyonel davrandığı anlamına gelmiyor. Her ne kadar gerçeklik "balon" zamanlarındaki kadar kötü olmasa da, girişimlerin değerlemelerinin zaman içindeki değişimine baktığımızda mantık yoluyla açıklanamayacak değişimler görülüyor.

Balon zamanları o kadar sıkıntılı ki, bu tip zamanları yaşarken normal şartlar altında imkansız görünen her durum bir şekilde açıklanıyor ve şirketler bir iş planı bile olmadan halka arz edilebiliyor. Tabii günümüzde hem girişimciler hem de yatırımcılar artık daha bilinçli ve temkinli davranıyor. Yine de halka arz edilen girişimlerin hisse fiyatlarının zaman içinde şaşırtıcı hareketler gerçekleştirmesi, akıllara yatırımcıların değerleme işinde rasyonel davranıp davranmadığı sorusunu getiriyor.

Tıpkı herkes gibi yatırımcılar da herhangi bir konuda hata yapabilir ve şirketinizin değerini azımsayabilir ya da gerçeklikten daha yüksek biçimde görebilir. Bu durumda size düşen, şirketinizin gerçek değerini ölçümleyecek, içinde çalışacağınız endüstriye ilişkin değerleri tespit etmek ve yatırımcıya gitmeden önce kendi değerlemenizi gerçekleştirmektir. Sizin bulacağınız değerin gerçekliği yansıtması olasılığı elbette yatırımcının bulacağı değerin gerçekliği yansıtma olasılığından çok da yüksek olmayacaktır. Ancak ne olursa olsun kendi değerlemeniz konusunda bir fikriniz olması sizi avantajlı duruma getirir ve şirketinizi yanlış değerleme mağduru olmaktan kurtarır.

Bir şirketin nasıl değerlemeye tabi tutulacağı sektörden sektöre değişse de bazı temel kriterler birtakım sorulara cevap verebilir. Sormanız gereken sorulardan bazıları ürününüzün/hizmetinizin ne kadar işlevsel olduğu, cevap sunmak istediğiniz sorunun/ihtiyacın ne kadar bir büyüme potansiyeline sahip olduğu, sürdürülebilir büyümenin sağlanıp sağlanamayacağı, müşteri sadakati beklentisinin hangi oranda olduğu gibi sorular olabilir. Tıpkı felsefede olduğu gibi girişimcilikte de doğru soruları sormak sizi daha faydalı bir yola sürükler. Bazı sorunların cevabını siz tam olarak bilemeseniz de sektör göstergeleri üzerinden yaklaşık değerler elde edebilir ve değerlemenizi bu göstergeler üzerinden ortalama biçimde gerçekleştirebilirsiniz. Kendinize sorabileceğiniz bazı diğer sorular hakkında fikir almak için B2B girişimler domino etkisinden nasıl kaçınabilir? adlı yazımıza göz atabilirsiniz.

Eğer bir yatırımcı değerlemenizi yüksek bulduysa kriterlerinizi gözden geçirmeden önce başka yatırımcılara da danışmanızı ve başta değer önerileriniz olmak üzere iş planınızın ögelerini yatırımcılara (ve elbette kendinize) doğru biçimde aktarabildiğinizden emin olmalısınız.
 
 

Server Error in '/' Application.

Runtime Error

Description: An application error occurred on the server. The current custom error settings for this application prevent the details of the application error from being viewed remotely (for security reasons). It could, however, be viewed by browsers running on the local server machine. 

Details: To enable the details of this specific error message to be viewable on remote machines, please create a <customErrors> tag within a "web.config" configuration file located in the root directory of the current web application. This <customErrors> tag should then have its "mode" attribute set to "Off".


<!-- Web.Config Configuration File -->

<configuration>
    <system.web>
        <customErrors mode="Off"/>
    </system.web>
</configuration>

Notes: The current error page you are seeing can be replaced by a custom error page by modifying the "defaultRedirect" attribute of the application's <customErrors> configuration tag to point to a custom error page URL.


<!-- Web.Config Configuration File -->

<configuration>
    <system.web>
        <customErrors mode="RemoteOnly" defaultRedirect="mycustompage.htm"/>
    </system.web>
</configuration>

Çalışmalarım Ve Projelerim

 Main Issues 
• Computer Architectures 
• Data Structures 
• Programming Languages 
• Operating Systems and Applications 
• Software Engineering 
• Databases Technologies, Applications and Security 
• Information Theory 
• Artificial Intelligence and Applications 
• Web and Data Mining 
• Web Technologies and Applications 
• Computer Networks and Applications 
• Algorith​​ms and Algorithmic Designs 
• Information and Computer Security 
• Education, Strategies and Policies 
• Computer Science and Engineering Education 
• New Trends in Computer Engineering 
• Quality and Accreditation in Graduate Education 
• Country Strategies and Policies 
• Audit and Certification in Information Systems 
• Engineering and Social Responsibility 
• Other and Current Issues 
• Cloud Computing, Applications and Security 
• Internet of Things, Applications and Security 
• Mobile ​T​echnology, Programming, Applications, Threats 
• Search Engines, Applications and Threats 
• Forensics​ and Counter Forensics​ 
• Cryptography and Cryptanalysis 
• Semantic Web 
• Natural Language Processing 
• Green IT 
• Software Defined Networks 
• Google Engineering 
• Data Science 
• Copyright Protection Approaches 
• Big Data Centers​, Applications​, Analytics​ and Security 
• Open Source​s ​ 
• Virtual Machines 
• Next Generation Internet Technologies and Protocols 
• Cyberlaws 
• Information ​T​echnology 
• Governance 
• Information Systems Standards 
• M2M and Industry 4.0 
• Applications​ in Silicon​
 Eğitim, Strateji ve Politikalar

• Bilgisayar Bilimleri ve Mühendisliği Eğitimi 
• Bilgisayar Mühendisliğinde Yeni Eğilimler 
• Lisansüstü Eğitiminde Kalite ve Akreditasyon 
• Ülke Stratejileri ve Politikaları 
• Bilişim Sistemlerinde Sertifikasyon ve Denetim 
• Mühendislik ve Sosyal Sorumluluk 
• Temel Konular

• Bilgisayar Mimarileri 
• Veri Yapıları 
• Programlama Dilleri 
• İşletim Sistemleri ve Uygulamaları 
• Yazılım Mühendisliği 
• Veritabanları Teknolojileri, Uygulamaları ve Güvenliği 
• Bilgi Teorisi 
• Yapay Zeka ve Uygulamaları 
• Web ve Veri Madenciliği 
• Web Teknolojileri ve Uygulamaları 
• Bilgisayar Ağları ve Uygulamaları 
• Algoritmalar ve Algoritmik Tasarımlar 
• Bilgi ve Bilgisayar Güvenliği 
• Diğer ve Güncel Konular

• Bulut bilişim, uygulamaları ve güvenliği 
• Nesnelerin İnterneti, uygulamaları ve güvenliği 
• Gezgin (Mobil) teknolojiler, uygulamalar, güvenlik 
• Arama Motorları, Teknolojileri, Uygulamaları ve Tehditleri 
• Adli Bilişim 
• Kriptoloji ve Kripto Analiz 
• Anlamsal web 
• Doğal Dil İşleme 
• Çevreci Bilişim 
• Yazılım Tanımlı Ağlar 
• Google Mühendisliği 
• Veri Bilimi 
• e'li, m'li veya u'lu uygulamalar 
• Mobil Teknolojiler, Programlama, Uygulamalar, Tehditler 
• Telif Hakları Koruma Yaklaşımları 
• Büyük Veri Merkezleri ve Uygulamaları 
• Açık Kaynaklar 
• Sanal Makinalar ve Çözümler 
• Yeni Nesil İnternet Teknolojileri ve Protokolleri 
• Bilişim Hukuku 
• Bilişim Teknolojileri 
• Yönetişim 
• Bilişim Sistemleri Standartları 
• M2M ve Endüstri 4.0 
• Silikon İçerisinde Uygulamalar 

20 Nisan 2016 Çarşamba

Rüyalarımda Yeşeren Düşler

Daima Size Özel