Kendinizi geleceğin sürücüsüz otomobilinde yolcu olarak hayal edin. Navigasyon sistemini parmaklarınızla kurmanıza gerek kalmadan, otomobil sizinle insanvari şekilde etkileşime geçerek gitmek istediğiniz konumu anlıyor. Otomobil ayrıca hiçbir ayarlama yapmanıza gerek duymadan kısa bir zaman içerisinde müzik, sıcaklık ve aydınlatma tercihlerinizi de öğreniyor.
Bizi bu geleceğe götüren iki teknolojik gelişim artık açık seçik görülür hale geldi: Kontrol ve tahmin edilebilir 'sanal zeka' ve onun tam tersi bir görünüm çizen 'yapay zeka'.
Günümüzde yapay zeka etiketiyle bizlere sunulan dijital servislerin sanal zeka olduğunu belirtmekte fayda var. Gerçek yapay zeka, yaşayan bir organizma gibi düşünme, akıl yürütme ve çevresine adapte olma (bir nevi evrim geçirme) yeteneğine sahip olmalıdır. Bu alanda yaşanan teknolojik gelişmeler, sanal ve yapay zeka arasındaki farkın iyiden iyiye belirginleşmesini sağladı.
Günlük etkileşimlerimiz sürekli artar şekilde sanal ortamlarda yaşanıyor. Sosyal platformlar, etkileşimli içerikler ve profiller aracılığıyla gelişmiş dijital etkileşimler kuruyor ve bu yollarla bilgi paylaşımına giderek artan bir ihtiyaç duyuyoruz. Bu dijital dünyalar artık bizler için öğrenmenin, çalışmanın ve sosyalleşmenin asil araçlarına dönüştüler. Gelgelelim, tüm dijital ortamlar insan yönetimine ihtiyaç duyuyorlar.
Bugün kullandığımız tüm dijital ortamların parametreleri ve kontrolleri insanlar tarafından sağlanıyor. Çevrimiçi etkileşimlerimizi mümkün kılarak gerçek hayatı taklit eden bu insana bağımlı akıllı yazılımlara sanal zeka deniliyor. Bu teknoloji kendi bilincine sahip olmadığı için, öğrenme ve operasyon kabiliyetleri kısıtlıdır. Kısacası, sanal zeka organik öğrenme ve soyut düşünce alanlarında yetkin değildir.
Yapay zeka alanındaki çalışmalar, sanal zekanın yetersiz kaldığı yanlarını aşmayı hedefliyor. Bu noktada karşılaştığımız en dikkat çekici terim, makinelerin yapısal temelinin biyolojik ve çevresel sinyallere dayanmasını mümkün kılan 'yapay sinir ağları', bir diğer ismiyle nöral ağlar.
Yapay sinir ağı (bir katman)
Yapay sinir ağı (bir katman)
Yapay Sinir Ağları (YSA), insan beyninin bilgi işleme tekniğinden esinlenerek geliştirilmiş bir bilgiişlem teknolojisidir. YSA ile basit biyolojik sinir sisteminin çalışma şekli taklit edilir. Taklit edilen sinir hücreleri nöronlar içerirler ve bu nöronlar çeşitli şekillerde birbirlerine bağlanarak ağı oluştururlar. Bu ağlar öğrenme, hafızaya alma ve veriler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarma kapasitesine sahiptirler. Diğer bir ifadeyle, YSA'lar, normalde bir insanın düşünme ve gözlemlemeye yönelik doğal yeteneklerini gerektiren problemlere çözüm üretmektedir. Bir insanın, düşünme ve gözlemleme yeteneklerini gerektiren problemlere çözümler üretebilmesini sağlayan ise insan beyninin ve dolayısıyla insanın sahip olduğu yaşayarak veya deneyerek öğrenme yeteneğidir.
Nöral ağların çalışma prensibini en iyi ortaya koyan örneklerden birisi, Raytheon mühendisleri James Crowder ve John Carbone tarafından geliştirilen Zeus isimli bilinçli robot hamam böcekleri. Böceğin gerçek yapısından yola çıkarak her bir bacağa üç yapay nöronun eşleştirildiği robotun merkezinde ise koordinasyonu sağlayan yapay bir alın korteksi yer alıyor.
Robot böcekler yapay nöronları sayesinde kendi bilinçlerine sahipler ve tıpkı açlık hisseder gibi, pillerindeki enerji azaldığında güneşe çıkıp onları şarj ediyorlar. Fakat gün ışığına çıkmanın onları avcılara karşı savunmasız bıraktığının da farkındalar, bu nedenle güneşte kaldıkları zamanı dengelemek zorunda olduklarını biliyorlar. Yapay zekaya sahip böcekler, çevrelerinden öğrendikleriyle hayatta kalmak için alışkanlıklarını değiştirebiliyor. Tıpkı insanlar gibi, her yapay zeka eşsiz ve karşılaştıkları sorunlara verdikleri tepkiler de değişiklik gösteriyor.
Bilinçli robot Zeus
Bilinçli robot Zeus
Yapay zeka çalışmaları için henüz çok erken bir aşamada olduğunu söylemek mümkünken, bu alanda kat edilecek ilerlemelerin önümüzdeki 10 yılda otomobillerin nasıl tasarladığını, uçakların nasıl uçtuğunu ve bilginin nasıl ulaştırıldığını değiştireceğini öngörmek güç değil.
Bugün yapa zeka alanında gerçekleştirilen AR-GE çalışmaları, çok daha karmaşık ve yetenekli sistemlerin doğmasına öncü olacak. Bu sistemler bilgi işlem etkileşimlerimizi kısıtlı sanal zekalardan, insan ile makine arasında çok daha organik bir sinerji sağlayan ileri yapay zekalara taşıyacak. İnsan ile makinenin arasında kurulmaya çalışan organik bağ inanılmaz bir gelişim potansiyeline sahip.
Geleceğin yapay zeka platformları afete müdahale, küresel lojistik, -ne yazık ki- savaş ve yaşamlarımızı etkileyen daha birçok alanda büyük devrimler yaratacak. Gelgelelim, bu gelecek aralarında Elon Musk gibi dahilerin de bulunduğu birçoklarına endişe veriyor. Bahsi geçen teknolojinin temelleri öylesine güçlü atılıyor ki, Terminator gibi popüler kültür tasvirleri ve savaş endüstrisinin lobi gücü konuya yakın olan olmayan herkesin farklı endişeleri dillendirmesine sebep oluyor.
Yapay zekanın gerilim ve aksiyon filmleri için sayısız kıyamet senaryosu ortaya koyması sokakta bu teknolojiye karşı bir önyargı oluştururken; Elon Musk gibi bizleri de asıl endişelendiren savaş endüstrisi.
Her (2013) filmi yapay zeka ve insan etkileşimine farklı bir perspektiften bakıyordu
Her (2013) filmi insan ile makine arasındaki etkileşimi sıra dışı bir perspektiften kurgulamıştı
Elon Musk'ın başını çektiği mucitler, yapay zekanın Hollywood'un öngördüğü gibi yıkıcı amaçlar için kullanılmaması için milyarlarca dolar harcıyor. Şayet çabaları sonuç verirse, yapay zekalar hayvanlarınkine benzer ilkel duygusal tepkiler vererek insanlığın faydası için çalışacak. Tabii duygusal derinliğe sahip olmalarının en azından yakın vadede mümkün görünmediğini de belirtmeli.
Şimdi, yazının başında bahsettiğimiz geleceğin sürücüsüz otomobilinin yolcu koltuğuna geri gidelim… Kullanıcısına bağlılık gösteren yapay zekanın, otomobile girdiğinizde normalden daha cana yakın bir yaklaşım sergilediğini, sizi tanıdığını hissettiren ayarlamalar (sıcaklık, koltuğun pozisyonu vb.) yaptığını düşünün.
Yapay zekayı ele alırken, medyanın bilinçaltına işlediği psikolojik çağrışımlardan sıyrılmamız ve potansiyelinin mümkün kılabileceklerine odaklanmamız gerekiyor. Bunların gerçekleşmesi için ise insan ile makine arasındaki organik ilişkinin nasıl günlük hayatı kolaylaştıracak şekillerde uygulanabileceği konusunda çalışmamız şart.
Yarının öğrenebilen ve kendi bilincine sahip makinelerinin insanlığa katabileceği çok fazla şey var. Fakat öncesinde irrasyonel korkularımızı bir kenara bırakmalı, gerçek endişeleri gidermenin yollarına bakmalı ve insanlığın faydası için bu zamana dek görülmemiş kadar insancıl makineler üretmek için çalışmalıyız. Önce bu refah dolu geleceği kazanmalıyız…