2 Nisan 2016 Cumartesi

Hayallerinizin Değil Gerçeklerin Peşinden Koşun

Psikoloji bilmeyen ve psikoloji üzerinden para ve ün kazanmaya çalışanların, kullanıma soktukları sahte mesajlardan biri "hayallerin peşinden gitmek"tir. Bu kişilere göre, başarılı insanların hepsi işe önce hayal ederek başlamışlardır. Kişi hayalinden vazgeçmez ve çok çalışırsa mutlaka hedefine ulaşır.

Bunun için bağlamından kopartılmış bazı özdeyişler temel mesajı güçlendirir. Örneğin; "Kişinin dışındaki engeller, içindekilerle karşılaştırıldığında hiç kalır" gibi bir cümle aynı zamanda zihin açıcı bir işlev görür. Bu durumda bütün yapılması gereken, kişinin cesaretini toplayıp korkularından kurtulmasıdır. Böylece, "kendiniz sandığınız kişiden kurtulur", gerçek kişiliğinizi ortaya çıkartır ve hayallerinize ulaşabilirsiniz.

Başarılı kişilerle ilgili örnekler de "istemek" ve "hayaller peşinden gitmek" gerektiği mesajını güçlendirir. Bakın "şu kişi" "nasıl imkansız gibi görünen" "bu işi" başardı. O başardığına göre siz neden başarmayasınız ki ? Çünkü bu hayal tacirlerine göre, başarının bir modeli vardır ve bu modeli izleyen herkes başarılı olabilir.

Barnum Etkisi

Gerçekten de verilen örneklere ve anlatılan hikâyelere bakınca bunlar akla yakın gelebilir. Ancak bu çok temel bir yanılgıdır ve psikolojide buna "Barnum etkisi" denir. Barnum 19.yy'ın ikinci yarısında ABD'de yaşamış bir sirk animatörüdür. Bugün de devam eden bir sirk imparatorluğunun kurucusudur. Barnum, yaptığı çığırtkanlıkla, insanların, algısını saptırarak olanı değil, göstermek istediğini görmelerini sağlamış ve bu şekilde ünlenip, zengin olmuştur. Astrolojinin kişilik tanımlamaları da böyledir. "Maddi imkânlarımız elverse, dostlarınıza pahallı hediyeler almaktan hoşlanırsınız", "Sizinle ilk tanışan insanlar, başlangıçta sizi soğuk ve mesafeli bulsa da, yakından tanıdıklarında fikirlerini değiştirirler." Bu ve benzeri ifadeler büyük çoğunluk tarafından onaylanır. Çünkü gerçeğin bir bölümünün hoşa gitmesi, diğer bölümü kabullenmeyi kolaylaştırır.

İçindeki engelleri aşıp, korkularını yenen kişinin başarılı olduğu mesajıyla iyimserleşen ve yumuşayan kişi, mesajın kendisine inanmaya hazır hale gelir. "Bu potansiyel başkasında varsa, bende neden olmasın?" diye düşünür. Bir de buna nereden çıktığı belli olmayan "beynimizin %3'ünü veya %5'ini kullanıyoruz" saçmalığı eklenince, kişi kendi destanını yazacağına inanmaya hazır hale gelir.

Bu yalanlara en çok muhatap olanlar giriş sınavlarına hazırlanan öğrenciler ve hayatlarından memnun olmadıkları için bir değişim yapmaya hazırlananlardır.

Bu noktada atılması gereken, birkaç adım vardır. Önce inanmak, sonra, zayıf yönlerini bulup onları düzeltmektir. Bu yaklaşımların geçerli olabilmesi, bütün insanların aynı potansiyele sahip olması gibi, akıl ve gerçek dışı bir kabule (varsayıma) bağlıdır.

Azmin Sınırı

Bütün insanlar, kişilik ve yetenekleriyle farklılık gösterir. Yeteneğinizin olmadığı ve kişiliğinize uymayan bir alanda çaba göstermenin tek sonucu hayal kırıklığıdır. Azim ve kararlılık başarı için çok önemli iki öğedir. Ancak bunlar yeni bir bilgi ve beceri öğrenmek için insana yardımcı olur. Federer,  Nadal ve Djokovic'in birbirleriyle oynadıkları bir tenis maçını seyredenler bu sporcuların performansının sadece azim, kararlılık ve çok çalışarak gerçekleşemeyeceğini bilirler. Azmin ve kararlılığın işe yaraması için kişinin yeteneğinin olduğu bir alanda gösterilmesi gerekir. Eğer kişi yatkınlığının olmadığı bir alanda çaba harcıyorsa, bunun sonucu derin bir yetersizlik ve suçluluk duygusudur.

Günümüzde bir çok anne –baba, öğretmen, okul rehberlik uzmanı, temel psikoloji bilgisinden yoksun İK uzmanı ve yönetici bir illüzyon peşindedir. Çocuklarının, öğrencilerinin veya çalışanlarının eksik ve zayıf yönlerini düzeltirlerse, karşılarındaki kişiyi mükemmel bir insan yapabileceklerine inanırlar. Bu anlayışın uzantısı olarak İK uzmanları çalışanların "gelişim alan"larını saptamaya yönelik performans sistemleri geliştirirler.

Yanılgının Kaynağı

Bütün bu iyi niyetli çabaların iki temel sebebi vardır. Birincisi, "hayallerin peşinden gidilir ve kuvvetle istenirse" bunları gerçekleştirmenin mümkün olduğu yanılgısıdır. İkincisi, bu kişiler bilgi, beceri ve yetenek arasındaki farkı bilmezler.

Üç tür bilgi vardır. Birinci tür bilgi, kişinin bilincinde olduğu malzemedir ve veriye dayanır. Bir satıcı için ürünün özellik ve yararları, bu tür bir bilgilendirmedir; kolayca öğretilebilir ve öğrenilebilir. İkinci tür bilgi, deneyime dayanır ve soyuttur. Bu daha zor aktarılan bir bilgidir. Üçüncü grupta yer alan bilgi, kişinin kendisi ile ilgili bilgidir. Kişisel farkındalığı içeren bu bilgiyi öğrenmek için geribildirime ihtiyaç vardır.

Beceri, "nasıl?" sorusunun cevabıdır ve aktarılabilir. Bir yönetici asistanı için farklı amaçlı bilgisayar programlarını kullanmak, bir hemşire için acı vermeden iğne yapmak bu gruba girer.

Yetenek ise bireyin sahip olduğu tekrar eden düşünce, davranış ve duygularının özellikleridir. Kişiliğin önemli bir parçasıdır ve doğuştan gelen yatkınlıklar üzerine hayatın ilk yıllarında gelişir.

Bunlar arasındaki farkı yukarıda yazdığımız açıklıkta bilmeseler bile, duyarlı anne-babalar, çocuklarını kendi hayallerindeki mükemmel(ideal) çocuğa dönüştürmeye çalışmazlar. Onları oldukları gibi kabul eder ve ilgi duydukları alanda gelişimlerini desteklerler. İşinin ehli öğretmen ve rehberlik uzmanları, her bir öğrencideki farklı ve biricik olanı fark etmeye çalışır ve onu etkili olduğu yönde gelişmek için teşvik eder.

Sıradan yöneticiler genelleyerek yönetirken, iz bırakan yöneticiler her çalışanın güçlü yönüne odaklanır ve onun ekibe güçlü yönleri ile katkıda bulunmasını sağlar. Böylece özelleştirerek yöneticiler, bunun için de her çalışanına zaman ayırır, hayatındaki başarılarından ve aldığı övgü ve ödüllerden haberdar olur. Onu neyin harekete geçirdiğini öğrenir ve böylece gelecekte nasıl motive edeceğini bilir.

Duyarlı anne-babalar, işinin ehli öğretmen ve rehberlik uzmanları, psikolojinin temel ilkelerini bilen İK uzmanları ve iz bırakan yöneticiler bahçıvana benzerler. İşinin ehli bir bahçıvan, bahçesinde her bitkinin farklı olduğunu bilir ve her birine ihtiyaç duyduğu kadar nem, su, ışık ve güneş verir, gerektiği yerde budar, gerektiği yerde de destek bağlar. Bir gülün ortanca gibi olmasını; Japon manolyasının, kamelyaya benzemesini beklemez. Her bitkiyi yetişebileceği en üst sınıra kadar geliştirmek için çaba harcar.

Bu noktada İK uzmanlarına (çalışanlarına) üç önemli görev düşmektedir. Bunlardan birincisi; bir çalışanda nelerin değiştirilip, nelerin değiştirilemeyeceğini bilmektir. İkincisi, aynı kişiden birbiriyle çelişen beklentiler içeren performans değerlendirme kriteri önermemektir. Örneğin, bazı performans sistemlerinde çalışandan hem girişken ve hızlı olmayı gerektiren davranışlar, hem dikkatli ve tedbirli olmayı gerektiren kavramlar beklenir. Bunlar kişilik psikolojisi açısından bir kişide bulunması mümkün olmayan özelliklerdir. Üçüncüsü de, performans değerlendirme sistemlerinin esas işi bu olmayan yöneticilerin uygulayacağı basitliğe indirmektir. Çalışanları geliştirmeye yönelik eğitim programlarının ölçülmesi ve izlenmesi gerekir. Ancak bu koşullar gerçekleştirildiği takdirde iş hayatı için beklenen davranış değişikliğini doğurmak mümkün olur.

Başarmak için hayal etmek ve istemek önemlidir. Azim ve kararlılık önemlidir. Ancak hayallerinin hayata geçmesi, yeteneğinin olduğu alana odaklanmakla mümkündür. Çünkü böyle olduğu zaman kişi başarmak için gereken disiplini gösterir ve aldığı olumlu sonuçlar karşısında takdir görür. Bunun sonucunda; yeni kazandığı davranışlar gelişir ve ancak o zaman hayallerine ulaşması mümkün olur. Aksi takdirde kişinin yeteneğinin olmadığı alanda gösterdiği azim boşa gider. Geriye de hayal kırıklığı, suçluluk ve değersizlik duyguları kalır.

Sonuç

Benim hayattan edindiğim deneyime göre, kestirme yol ve sihirli bir formül yoktur. Ben başarının  dört temel koşula bağlı olduğunu düşünüyorum: Yetenekli olduğu alana odaklanmak, bu alandaki etkinliği hayatının merkezine almak (gece, gündüz, mesai saati, yoruldum demeden çalışmak), insanlara kendini iyi hissettirmek ve sonra da kendine güvenmek. Amerikan psikolojisine meraklı olanlar, başarını ön şartının güven olduğunu söyler. Oysa güven; zor, zahmet, ve emekle çalışarak elde edilenler sonucunda gelişen yeterlilik duygusundan başka bir şey değildir. Bu nedenle kişinin hayallerini değil, gerçeklerini fark ederek onların peşinden gitmesi ve bu yolda terlemesi sadece başarının değil, mutlu ve uyumlu ve doyumlu bir yaşamın kapısın açar.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder